ULUSAL EĞİTİM
Adana
Tarım Müdürlüğü’nde düzenlenen bir toplantıda konuşan, o
günlerin Adana Valisi İlhan Atış, denetlemeye gittiği okuldaki gözlemlerini anlatıyor (Cumhuriyet, 28 Mart 2008):
“Lise
birinci sınıf öğrencilerine, 'Çanakkale
Savaşları’nı kim anlatacak' diye sordum; anlatan çıkmadı.
Aynı soruyu lise son sınıf
öğrencilerine sordum, bilemediler.
'Çanakkale
Savaşı nerede yapıldı; Kars ile Erzurum arasında mı, yoksa Kars ile Sarıkamış arasındaki bir yerde
mi' diyerek şaşırtıcı sorular sordum. Aralarında tartıştılar, kararlaştırdılar
ve Kars ile Erzurum arasında bir yerde yapıldığını söylediler.
***
Adana’nın
büyük bir ilçesinde okumuş lise mezunu bir genç, cep telefonundan sorulan bir
soruyu yanıtlayamamış, bana sordu:
“Atatürk’ün
İstanbul’dan Samsun’a geçtiği geminin adı nedir, Samsun’a hangi tarihte ulaşmıştır?" (Telefon
sorusuna doğru yanıt verirse, bir miktar kontör yükleniyormuş.)
Şaşkınlık
içinde, ben de ona sordum: Liseyi geçen yıl bitirmiş. 10’uncu sınıfa kadar İmam
Hatip’te okumuş. O yıl İmam Hatip Lisesi kapatılınca normal liseye geçmiş. Hiç kitap yüzü görmemiş; katlayarak koltuğunun altına aldığı büyük bir
defterle iki yıl okula gidip gelmiş ve
sonunda kendisine lise diploması vermişler...
Yani,
“o almamış”, “vermişler”: Zorunlu
mezuniyet... (?)
Demek
ki, diploma almak için okula kaydolmak
yeterli...
***
Haber
Türk gazetesi, bir tam sayfasını eğitim konusuna ayırmış (19 Şubat 2014):
“Öğrenciler mezun olacak ama okuma yazmaları yok” başlıklı yazısında Sayın Sultan Uçar açıklıyor:
“Öğrenciler mezun olacak ama okuma yazmaları yok” başlıklı yazısında Sayın Sultan Uçar açıklıyor:
“Uluslararası Öğrenci
Değerlendirme Programı PISA (Programme
for International Student Assessment)’nın kısa süre önce açıkladığı
sonuçlar, dünya eğitim standartlarına göre ilkokul 2. sınıfta edinilmesi gereken ‘okuduğunu anlama’ becerisindeki Türk
çocuklarının [acıklı] durumunu ortaya
koydu:
“15
yaşındaki her 5 gençten 1’i, yani
yüzde 21.6’sı okuduğunu anlayamıyor.
Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanlığı
ilköğretim çağında olup da okuma
yazma bilmeyen, okuduğunu anlayamayan,
okuma güçlüğü çeken öğrencileri belirlemek
için harekete geçti...
Bu çalışmanın ilk sonuçları Diyarbakır’daki Bağlar ilçesinden çıktı. Buna göre yaklaşık
87 bin öğrencinin bulunduğu Bağlar’da 3.
ve 9. sınıf aralığında 523 öğrenci okuma yazma bilmiyor. İlçedeki
1104 öğrenci ise okuma yazma güçlüğü çekiyor.
Bu
sonuçlar üzerine okullarda acil durum
ilan edildi ve Acil Destek Odası oluşturulması kararı alındı...”
***
Aynı
sayfanın köşe yazarı Sayın Pervin Kaplan’ın
“Heceleyebilen öğrenci yetiştiriyoruz” başlıklı yazısı, eğitilememişliğin bir başka acı yönünü dile getiriyor: (Kısaltarak alıntılıyorum)
“Birkaç
yıl önce İstanbul’un merkezi yerinde iyi tanınan bir liseyi ziyaret
ettiğimde müdürü önüme bir dosya koymuştu. Lise 1. sınıfta okuyan öğrencilerin okuma becerilerini ölçmüşler; öğrencilerin yüzde 20’sinden fazlası ancak
heceleyerek okuyabiliyor. Üstelik bu çocuklar ilköğretimden, 5 üzerinden ortalama 4 ile mezun olmuşlar...
Arkadaşımız Sultan Uçar, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilköğretimde okuma yazma bilmeyen öğrencileri
saptamak için çalışma başlattığını
duyuran bir haber yazdı. PISA verileri, bu
öğrencileri saptamak için Bakanlığı harekete geçirmiş.
PISA
verileri gibi, lise ve üniversiteye geçiş sınavlarının verileri de öğrencilerin
ne durumda olduklarını ortaya koyuyor:
2010’da
14 bin 156 olan ‘sıfırcı’ sayısı 2011’de 38 bin 269’a, 2012’de ise 50 bin 805’e
yükseldi. Geçen yıl ÖSYM, bulduğu bir
formülle bu öğrenci sayısını eritip 8 binlere düşürmeyi becerdi.
(!) Ancak, yaptığımız çalışma bu sayının
69 binlere dayandığını gösterdi. Üstelik, üniversite sınavında yapılamayan
sorular arasında iki işlem gerektiren, ilköğretim 3. sınıfların derslerinde
çözdükleri basit matematik problemleri bile yer alıyor...
Sorun,
bizim çocuklarda değil; onlar başka ülke çocuklarından ‘daha az akıllı’
olmadıklarına göre, eğitim sistemi
gözden geçirilmelidir...
Lisede
100 üzerinden 50 tutturan öğrenci, notu 0 [sıfır]
olan bir dersi olsa bile sınıf geçiyor. Ayrıca 6 dersten başarısız olan öğrenci
lisede sınıf geçebiliyor.
Böyle
bir sistemde yetişen öğrencinin lise ve üniversiteye
geçiş sınavlarındaki başarısızlıkları, okuma yazmayı bilmemeleri, lisede bile
heceleyerek okumaları, sizi şaşırtıyor mu?”
Şaşırtmak ne kelime; hele şu sonuçları da
gördükten sonra:
PISA,
araştırma kapsamındaki ülkelerin öğrencileri üzerinden o ülkenin eğitim yöntemlerini
değerlendiriyor:
2012 yılında değerlendirmeye alınan 65
ülke arasında Türkiye, Yunanistan ve Sırbistan’ın arkasından
‘okuma becerisi’nde 475 puanla 42’nci; ‘fen bilimleri’nde 463 puanla 43’üncü;
‘matematik’te 448 puanla 44’üncü sırada
yer almaktadır. (Prof.Dr. İsa Eşme, Eğitim
Sistemimizde Nitelik Sorunu. Cumhuriyet, 28 Şubat 2014)
***
Adana
Valisinin, yukarıda sözünü ettiğim açıklamasıyla ilgili yazımda, (Sayın Vali, öğrencilere
sorduğu soruları, onları eğitmekle, ya da eğitemeden diploma vermekle görevli öğretmenlere sormayı
düşünmüş müdür? Düşünmüş olsa bile, “şoke” olmaktan öte, “kriz” geçirmekten
korkmuş olabilir mi?) biçimindeki
sitemim üzerine birkaç bayan öğretmenden karşı sitem iletileri almıştım.
Sayın Pervin Kaplan, Haber
Türk gazetesinde yayımlanan “Başarı,
Öğretmen Kalitesiyle Yükselir” başlıklı ikinci bir yazısıyla, öğretmenlere sitemimin
yerindeliğini ortaya koyuyor (20 Şubat 2014).
Sayın
Kaplan diyor ki:
“Bu sütunlarda defalarca ‘başarısızlığın sadece öğrencilerin
üzerine yıkılarak açıklanabilecek bir konu olmadığını vurguladım. Başarıda
öğretmenin katkısının ne kadar büyük olduğu tartışılmaz. McKinsey tarafından
yapılan araştırma bu katkıyı da
ölçüyor...
Eğer
hem okul hem öğretmen orta
düzeyde ise öğrencinin başarısı yüzde 50’lerde kalıyor.
Öğretmenin de, okulun da niteliği kötüyse başarı yüzde 3’e
düşüyor.
Okul çok başarılı, öğretmen niteliksizse
öğrenci başarısı yüzde 37’lerde kalıyor.
Eğer,
okul ortamı çok başarılı, öğretmen de çok nitelikliyse bu kez çocuğun başarısı
yüzde 96’lara çıkıyor.
Okulun
imkânları kötü; ama öğretmenler başarılıysa çocuğun başarısı yüzde 63 oluyor.
Yukarıdaki araştırma, okul ortamı
ne kadar kötü olursa olsun, nitelikli
bir öğretmenin, çocuğun başarısını yüzde 63’lere kadar çıkarabildiğini
gösteriyor.
Türkiye’de
sorunların en büyüklerinden birini öğretmenin niteliği oluşturuyor.”
Bunlar,
bilimsel araştırmaların sonuçları...
***
Sayın
Uğur Dündar’ın 12 Mart 2014 tarihli
Sözcü gazetesinde yayımlanan yazısından alıntıladığım şu olay, öğretmen/öğrenci
ilişkilerine örnek olmalıdır.
“Sosyoloji profesörü öğrencilerini Baltimore
kentinin kenar mahallelerinden birine göndermiş ve o bölgede yaşayan 200 erkek çocuğun durumlarını
araştırmaları ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme
yapmalarını istemişti.
Araştırmayı
geçekleştiren öğrencilerin hemen hepsi bu çocukların içinde bulundukları
sosyo-ekonomik koşullar nedeniyle gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi.
Bundan
tam 25 yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü, okul kütüphanesindeki
araştırmaları esnasında tesadüfen bu çalışmayı buldu. Rapor ilgisini çekmişti.
“Acaba o çocuklar şimdi nerelerdeler ve ne iş yapıyorlar?” sorusundan yola
çıkarak, öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini istedi.
Öğrenciler
önce o bölgeden taşınan ya da ölen çocuk sayısının 20 olduğunu
belirlerler. Araştırmalarını derinleştirince, geriye kalan 180 çocuktan
176 sının olağanüstü bir başarı gösterip avukat, doktor ya da iş adamı
olduklarını ortaya çıkarırlar.
Profesör
sonuçtan çok etkilenmişti. Bu konuyu
izlemeye karar verdi.
Birer
yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için, her biriyle
buluşma şansı oldu.
Konuştuğu
kişilerin “O koşullarda nasıl bu kadar başarılı
oldunuz?” sorusuna verdikleri cevap hep
aynıydı: ‘Mahalle okulunda bir
öğretmenimiz vardı, onun sayesinde başarıyı yakaladık.’
Profesör,
bu öğretmeni çok merak etmişti. Hâlâ hayatta olduğunu öğrendiği öğretmenin
izini bulması zor olmadı. Evine giderek kendisini ziyaret etti...
Karşısında
yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen dinç görünümlü yaşlı bir kadın buldu.
Geleceklerinden ümit kesilen bu kenar mahalle çocuklarını nasıl olup da başarılı birer yetişkin haline getirdiğini sordu. Bunun sihirli bir formülü olup
olmadığını öğrenmek istedi.
Soruyu
duyan yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme
belirdi.
'Gayet basit' dedi. 'Ben o çocukları çok sevdim...'”
***
Sizler de sevin öğretmenlerim, sevin
bu çocukları. Ülkemizin geleceği olan
öğrencilerinizi sevin!..
Mustafa
Kemal Atatürk ne diyordu: “Cumhuriyetin
fedakar öğretmen ve eğitimcileri, yeni nesli sizler yetiştireceksiniz; yeni
nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserinizin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakarlık derecenizle orantılı olacaktır.
Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen,
bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Yeni nesli bu özellik ve yetenekte
yetiştirmek sizin elinizdedir...
Sizin başarınız Cumhuriyetin
başarısı olacaktır.